S
Merkez Müdürümüz Doç. Dr. Cemile ARIKOĞLU ÜNDÜCÜ ile Türkiye’de Kadın Hakları Üzerine Söyleşi
Trakya Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim
Üyesi ve Trakya Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma
Merkez Müdürü Doç. Dr. Cemile ARIKOĞLU ÜNDÜCÜ ile Türkiye’de
Kadın Hakları Üzerine Söyleşi
*
Bu söyleşi Uluslararası İlişkiler bölümü üçüncü sınıf öğrencisi Kemal Salih Carfi tarafından
gerçekleştirilmiştir.
Soru 1: Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 1926’da Medeni Kanun ile
kadınlara boşanma, velayet ve miras hakları verildi. Ardından 1934 yılında kadınlara
seçme ve seçilme hakkı tanındı. Fakat daha sonraki süreçlerde toplumsal cinsiyet
eşitliğini sağlama yönündeki adımlar giderek yavaşladı. Örneğin kadınların çalışmasını
eşinin iznine bağlayan Medeni Kanun’un 159. maddesi dahi 1990 yılı gibi çok uzak
olmayan bir tarihte kaldırıldı. Tarihsel süreçte bakıldığında sanki günümüze
yaklaştıkça kadın haklarının hayata geçirilmesinde istenen mesafenin alınamadığı
görülmektedir? Sizce bu paradoksal bir durum değil mi? Bunun nedenleri hakkında
neler söyleyebilirsiniz?
Osmanlı toplumunda kadının toplumsal yaşamı, yeri ve değeri çok yoktu. Kafes
ardında, peçe ile görünmez kılınan kadınsız bir toplum yapısı vardı. Bu yapının ardında
kadına bakış açısı ve kadın tanımlamaları önem arz ediyor. İslam dininin kabulünden sonra
Türklerin kültüründe kahramanlık nitelikleri ile tanımlanan kadın, bazı gelenekler ile pasifize
edilmiştir. İslamiyet Arap coğrafyasında doğmuş ve dini teamüller bir dereceye kadar
Arapların gelenek ve göreneklerinin etkisi altında kalmıştır. Özellikle İslam topluluğunun
kabullendiği iki gelenek, Müslüman dünyasının gerilemesine neden olmuştur. Bunlardan ilki,
kadınların inzivası, diğeri erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesi geleneğidir. İslamiyet’in
ilk dönemlerinde kadınların öğretmen, şair, vaiz ve hatta asker olarak görev yaptıkları görülür.
Ancak sonraları kadının peçe takması, eve kapatılarak sosyal hayattan ve faaliyetlerden men
edilmesi İslam uygarlığına zarar vermiştir. Toplumun yarısını oluşturan kadınları yok saymak
ve her türlü kamusal, sosyal, ekonomik ve kültürel haklarından mahrum bırakmak, toplumları
da geri bırakmıştır. Bu çerçevede Cumhuriyet ve devrimleri büyük önem arz eder. Kadın-
erkek eşitliği anlayışını getiren Medeni Kanun’un kabulü, siyasal hakların elde edilişi ve
kadının sosyal hayata katılımı kadınsız toplum yapısından kadınlı modern bir toplum yapısına
geçme iradesini gösterir. Cumhuriyet rejimi, kadını toplumsal bir varlık olarak kabul etmiş ve
yeni devletin devrimci niteliği kadının haklarını kullanmasını zaruri görmüştür. Yüzyıllarca
kadına yönelik var olan bakış açısını birden değiştirmek kolay değildir. Bilinçli yurttaşı
yetiştirmek ve toplumsal kültürü dönüştürmek hem çok çaba sarf etmeyi hem de sabırlı
olmayı gerektirir. Bu nedenle Türkiye’de demokratikleşme noktasında ciddi sıkıntılar
yaşanmış ve günümüzde de yaşanmaya devam etmektedir. Kadının haklarının kullanımını
demokrasi ve refahtan bağımsız düşünemeyiz. Bu nedenle kimi zaman siyasal ve sosyal
hayatımızda gerilemeler söz konusu olabilmektedir. Bu durumdan doğal olarak kadın statüsü
de etkilenmektedir. Bu durum kadınların hak kullanımında yavaşlamanın nedenlerinden
biridir. Örnek olarak verdiğiniz için açıklama getirmek istiyorum. Medeni Kanun’un kadının
çalışmasını eşinin iznine bağlayan maddesi Cumhuriyet tarihimizde hiç uygulanmamıştır.
Diğer bir ifadeyle bazı Arap ülkelerinde olduğu gibi, örneğin Suudi Arabistan’da kadın
kocasından aldığı izin belgesini sunar ancak böylelikle çalışma yaşamına katılabilir.
Türkiye’de böyle bir uygulama hiç olmamıştır.
Soru 2: Kadınların Türkiye’de şiddet, toplumsal ve kültürel baskı, eğitimöğretim
imkânlarından yoksun bırakılma, iş yerlerinde ayrımcılık ve gelir
adaletsizliğine maruz kalmaları Avrupa ülkelerine göre daha katmerlenmiştir. Bu
sorunların kadınların lehine çözümü için ülkemizde yeterli adımların atıldığını
söylemek mümkün müdür? Yoksa bu daha çok toplumsal bir zihniyet sorunu mudur?
Türkiye’de kadının iş yaşamına katılımı, gelir dağılımı, şiddete karşı korunma ve
hakların kullanılması noktasında hukuki olarak, başka bir ifadeyle yasa metinleri düzeyinde
kesinlikle iyileştirmeler var. Avrupa ile uyumlaşma çerçevesinde Türkiye’den beklenen
değişiklikler ve ülke olarak yapmakla mükellef olduğumuz yükümlülüklerin burada etkisi
büyük. Bunu öncelikle belirtmek gerekiyor. Türkiye’deki yaşadığımız temel problem
geleneklerin hukukun önüne geçmesi, yani uygulamada yaşanan sıkıntılar. Teoride yasa metni
ve düzenleme var, ancak uygulamada hayata geçirme istenci ve gerçekliği yok. Ya yasal
düzenlemelere eksik uyuluyor veya yasaların tamamen görmezden gelinmesi gibi bir durum
var. Bu konuda yapılması gereken ilk şey, yasa metinleri ile toplumsal yaşamın mutlaka
örtüşmesi gerekiyor. Çünkü bazı hükümler uygulamanın veya var olan durumun ya çok
üstünde veya çok altında kalabilmekte. Bu nedenle sadece kadın konu başlığında değil, hemen
hemen her konuda yaşadığımız hukuk kurallarına riayet etmeme ve bunun denetiminin
olmaması yerine, kurallara riayet ve denetimin sağlanması elzemdir.
Soru 3: Sayın Hocam sizin de bildiğiniz üzere ülkemizde gün geçmiyor ki
kadına şiddet veya cinayet (töre cinayetleri vb.) haberlerine rastlanmasın? Bu durumu
ülkemiz içerisinde belli bir bölgeye münhasır bir sorun olarak değerlendirmek mümkün
müdür? Siz bu sorunun alınacak yasal tedbirlerle çözülebileceğini düşünüyor musunuz?
Şayet yasal çerçevenin yeterli olmadığını düşünüyorsanız bu konuda başka neler
yapılabilir?
Kadına yönelik her türlü şiddet, cinsel taciz, istismar ve cinayetler sadece bir bölgeye
has bir durum değildir. Sosyal şiddet ve bu şiddet türünün içinde kadına yönelik şiddet bir
toplumsal sorun ve Türkiye’de çözümünü bekleyen sorunların ilk başında duruyor. Yasal ve
kurumsal düzeyde yapılan düzenlemeler kadına yönelik şiddeti durdurmaya yetmiyor ve gün
geçtikçe artıyor. Corona virüs etkisiyle karantina gerekliliği ile evlere kapandığımız
bugünlerde Türkiye’de kadına yönelik şiddet %38 oranında artmıştır. Pek çok kadınımız
hayattan koparılmaktadır. Kadın sivil toplum örgütlerine başvurularda muazzam bir artış
görülmektedir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi yasal mevzuatın olması uygulandığı anlamına
gelmemekte. Üstelik yeni bazı kanun tasarılarının mecliste görüşülmeye başlanması kadına
yönelik şiddeti durdurmak bir yana, kanun geçerse motive edici bir etki de gösterebilir.
Kadına yönelik şiddeti önlemeye dönük olarak öncelikle olması gereken, toplumsal irade ve
siyasal karar alıcıların ciddi ve kararlı bir duruş sergilemeleridir.
Soru 4: Türkiye Cumhuriyeti kadınlara seçme ve seçilme hakkı gibi siyasal
hayata katılım konusunda birçok haklar tanımıştır. Ancak bunlara rağmen Türk
kadınlarının mecliste temsil edilme oranları Batılı hemcinslerine oranla oldukça düşük
seyretmektedir. Kısaca kadınların kamusal hayata katılım düzeyleri yeterli değildir.
Sizce ülkemizde kadınların sorunlarının çözümüne giden yolda siyasi katılımın önemli
bir rolü var mıdır? Örneğin kadınların siyasal hayata katılımlarının artması toplumda
cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına ne ölçüde hizmet edebilir?
Kadınların siyasal temsilinin sağlanması ve karar alma mekanizmasına katılımı
büyük önem arz etmektedir. Ancak siyasal hakların kullanımının temelini oluşturan oy
hakkının kullanılışında, kadınların özgür iradeleriyle kimsenin etkisi ve güdüsü altında
kalmadan bu haklarını kullanmaları bir birey olarak özne olmanın gerekliliğidir. Kadınların
siyasal temsilini ifade eden seçilme, diğer bir ifadeyle milletvekili olabilmeleri toplumun
yarısını oluşturan kadınların, toplumun kaderini belirleyici kararlarda söz sahibi olması ve
iradelerini ifade edebilmeleri açısından kıymetlidir. Türkiye ve dünyada kadının siyasete
yönelik ilgisi ve bilgisi düşük düzeydedir. Siyasetin erkek işi olduğu inancı yaygın olmakla
birlikte kadını siyasete çekebilecek olan kanallar tıkalıdır. Siyasetin rant üreten bir alan olması
kadını siyasetten uzak tutan temel etkendir. Siyasetin maddi güç isteyen bir faaliyet olması
kadınları sınırlamaktadır. Siyaset erkek işi olarak görüldüğünden ve kadın ev ile özdeş
kılındığından, siyasal alanda kadınların alanı genel itibariyle erkekler tarafından gasp
edilmektedir. Bu nedenle Türkiye’de kadın milletvekili sayıları yıllar itibariyle istenilen
düzeye erişememiştir. Kadınlar siyasetin mutfak işleriyle meşgul olmuşlardır. Örneğin bakan
düzeyine erişebilen kadınlarda da durum değişmemiş Dışişleri, İçişleri, Ekonomi… gibi
bakanlıklar yerine, Aileden sorumlu, Çalışma ve Sosyal güvenlik gibi bakanlıklarla yetinmek
durumunda bırakılmışlardır. Burada zikredilmeden geçilemeyecek önemli bir konu başlığı ise,
milletvekili ve bakan düzeyine erişmiş kadın siyasetçilerin TBMM ve siyasal alanda kadın-
erkek eşitliğinin sağlanması, kadınların haklarının eşit kullanımı ve kadınların siyasal temsili
konularında ciddi bir mücadelelerinin olmamasıdır.
Soru 5: Sayın Hocam son olarak Türkiye’de kadın haklarının gelişim düzeyi
hakkında Batılı ve Doğulu memleketlerle karşılaştırılmalı olarak neler söylenebilir?
Her toplumun kendine özgü yapısı var. Türkiye özelinde belirtmek gerekirse,
öncelikle Türkiye hem Doğulu hem Batılı bir ülkedir. Ancak hem geleneği içinde barındıran
hem de modern olanı yaşatma mücadelesi veren özelliğe sahip olması bu durumu tersine de
çevirebilmektedir. Diğer bir ifadeyle Türkiye ne Doğulu ne Batılı bir ülke olarak da
tanımlanabilir. Kadın başlığı açısından baktığımızda, toplumsal hayata katılım, ekonomik
özgürlük, siyasal temsil gibi başlıklarda özellikle Avrupa’nın İskandinav ülkeleri gibi pek çok
gelişmiş Batılı ülkenin gerisindedir. Ancak bulunduğu Orta Doğu bölgesindeki pek çok
ülkenin de çok üstündedir. Bu üstünlüğünü tarihi birikimine ve Tanzimat süreciyle başlayan,
ancak gerçek anlamını ve değerini Cumhuriyet döneminde yapılan devrimlere borçlu olan bir
ülkedir. Tüm bunlara rağmen Türkiye’de kadın konusu sorunludur. Kadın ev ve aile
kavramları ile birlikte tanımlanmaktadır. Birey olduğu, özne olduğu kolay kabul görmez.
Edilgen kabul edilir. Kırılgan, duygusal, zayıf ve benzer sıfatlarla betimlenir. Çünkü bu
sıfatlar hem edilgenliği kolaylaştırır hem de bu tanımlamaya meşruiyet zemini hazırlar.
Topluma hâkim olan kültürü neyle beslediğiniz çok önemlidir. Kültür gelenek ile beslenirse
kadın toplumsal yaşamdan soyutlanır, eve kapatılır, erkekler tarafından çerçevesi çizilmiş
toplumsal rolünü oynar. Kültür modern olanla beslenirse kadın insan ırkının diğer cinsi olarak
kabul edilir, ortak karar verilir, toplumsal yaşamda önemli roller üstlenir, uygarlığın
gelişimine katkı sunar. Bu bir tercih meselesidir. Kadının statüsü, bilinç oluşturmak ve kültürü
dönüştürmek ile ortaya çıkacak olan zihniyet değişiminden bağımsız değildir.