25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE ULUSLARARASI MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE

ULUSLARARASI MÜCADELE VE DAYANIŞMA GÜNÜ

 

İnsan hakları, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır.    İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. Ancak günümüzde dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkede insan hakları konusunda sorunlarla karşılaşılmaktadır. Kişilerin insanca yaşama hakkı engellenmeye çalışılmaktadır.

Bunların başında aile içinde ve dışında kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet hareketleri gelmektedir. Kadına ve çocuklara yönelik şiddet tüm dünyada hala en önemli sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenledir ki 25 Kasım, Birleşmiş Milletler tarafından Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü olarak belirlenmiştir.

Kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlalidir. Şiddet ne biçimde olursa olsun kadınların hayatına korku ve güvensizliği sokmakta, temel hak ve özgürlüklerini kullanmalarını engellemektedir. Özellikle aile içi şiddet, yaygınlığı tam olarak bilinemeyen, aile mahremiyetinin bir unsuru olarak görülerek gizlenen, bu sebeple de mücadele edilmesi ve önlenmesi güç bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kadınlar en korunduğu yer diye düşünülen “aile içinde” dahi yaygın bir şekilde şiddete uğramaktadırlar. Aile içi şiddet, dünyanın her yerinde yaşanmakta olan bir insan hakları ihlalidir. Şiddetin var olduğu ailelerde genellikle ailenin birden çok üyesi şiddete uğramaktadır. Bu şiddetin kurbanları, genellikle, ailenin çocuk, kadın, yaşlı yani ailenin sıcaklığında korunduğu düşünülen üyeleridir

Kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri sadece kadının sorunu olmayıp, toplumun en önemli sorunlarından biridir. Soruna çözüm için kararlı bir devlet politikasının uygulanması, önleyici çalışmaların yapılması ve yasaların yaşama geçirilmesi gereklidir. Çünkü; resmi makamlar tarafından verilen ve yapılan araştırmalar sonucu açıklanan şiddet rakamları çok çarpıcı olmakla birlikte şiddetin gerçek boyutunun çok daha ağır olduğu bilinmektedir.

Toplumların nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan kadın ve kız çocuklarının, çocukluktan başlayarak sosyal, ruhsal ve fiziksel anlamda sağlıklı olması ve onların toplum yaşamına katılımları,  etkin bireyler olabilmeleri için gerekli unsurlardan biridir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre ülke sınırları içinde yaşayan herkesin, sağlıklı bir çevrede yaşayabilmesi bir devlet görevidir. Biyolojik ve fiziksel çevrenin yanında sosyal çevrenin de sağlıklı olması bireyin en temel anayasal hakkıdır. Sağlıklı bir sosyal çevrenin oluşması ve sürdürülmesinin önündeki en büyük engellerden biri bireysel ve toplumsal şiddettir.

Şiddetten korunabilmek ve şiddeti durdurabilmek için: DANIŞMA, KORUMA, HUKUKİ ve İNSANİ DESTEK gerek koşuldur. Şiddet asla olağan kabul edilmemeli ve aile içinde bırakılmamalıdır. Mutlaka kurumsal destek alınmalıdır. Şiddeti kanun ve yasalar tek başına engelleyemez. Şiddet çok boyutlu bir toplum sağlığı sorunudur. Bu nedenle toplumdaki  her bireyin ve her kurumun şiddeti önlemede sorumluluk alması ve eşgüdüm içinde hareket etmesi gerekmektedir.

Şiddeti önlemek için, konu hakkında bireyleri, aileleri ve toplumu eğitim yolu ile bilgilendirip bilinçlendirmek gerekir. Kişiler, aileler ve sonuçta toplum, şiddeti, aile meselesi ve olağan olarak görmekten vazgeçilmelidir. Şiddeti topyekün engelleyebilmek için öncelikle çocukluktan itibaren tüm bireyleri insan hakları konusunda bilgilerle donatmak ve yaşanabilecek sorunlar karşısında  öfke kontrolü eğitimini vermek son derece önemlidir.

Dünyanın önde gelen ülkeleri henüz kadın hakları fikrine alışmaya çalışırken, cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tüm bu hakları  bizlere kazandırmış ve kadınların her alanda eşit var olmalarına yönelik somut adımlar atmıştır.

Türkiye cumhuriyetinin odak noktasında yer alan kadınlarımız, üstlendikleri misyonu, yaşatma görevini, hiçbir fedakarlıktan, çekinmeden, yerine getirmiş, modern ve çağdaş Türkiye’nin oluşmasında, söz sahibi olmuşlardır. Bu sayede, bugün, ülkemizde, çalışma hayatının hemen her alanında, Türk Kadını’nı görmek mümkündür. Kadınlarımızın, ekonomik ve sosyal hayatta, tepe noktalara gelmesi, gurur vericidir. Ancak, Türkiye’de ve dünyadaki, toplumsal değişim sürecinde, kadının, layık olduğu konuma ulaşması için, gerekli bilgi ve becerileri, tüm kadınlar, aynı derecede, elde edememişlerdir.

Hala mağdur olan, töre cinayetlerine kurban edilen, her türlü şiddete uğrayan, yalnız, cinsiyet farklılığından dolayı, dört duvar arasına sıkıştırılan, hak ve özgürlükleri elinden alınan, kadınlarımız bulunmaktadır. Hatta, eğitim ve öğretimin öneminin, yeterli derecede kavranmadığı bölgelerde, kızlarımız, okutulmamaktadır.

     Kadınların sosyo-ekonomik gelişmeleri ile;

  • Toplumsal eşitliğin sağlanması
  • Kadına yönelik şiddetin önlenmesi
  • Yoksulluğun ortadan kaldırılması
  • Kendilerine olan saygılarının ve özgüvenlerinin artması
  • Karar mekanizmalarına ve siyasete katılım oranlarının artması sağlanacaktır.

Söz konusu gelişmeleri sağlayabilmek için kadınların yaşadığı sorunların tespiti ve bu sorunların giderilmesi son derece önem arz etmektedir. 2010 yılında Rektörümüz sayın Prof.Dr. Enver DURAN’ın destekleri ile Trakya Üniversitesi  bünyesinde Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜKSAM) faaliyete geçmiştir. TÜKSAM tarafından Edirne İl Merkezinde Yaşayan Kadınların Sorunlarının tespiti ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerinin oluşturulması amacı ile çalışmalar başlatılmıştır.

 

 TÜKSAM Yönetim Kurulu

Bu içerik 25.10.2010 tarihinde yayınlandı ve toplam 583 kez okundu.